"birine" inanmak / believe "someone"
geçenlerde biriyle sohbet ederken, birinin ona inanmasına ne kadar ihtiyaç duyduğundan bahsetti. uzun uzun konuştuk. onun bağ kurma ihtiyacını o kadar derinden hissettim ki, insanlığın sanki derin bir yarası o günden beri benimle soluk alıp veriyor.
hayatı 28 yaşından sonra gerçek anlamıyla öğrenmeye başladığımı düşünürüm. bütün hayat derslerini sanki bu yaşımdan sonra almaya ve idrak etmeye başladım. evlenmem, çocuğum olması, boşanmam, tek başına hayatta kalmaya çalışmam, kayıplarım ve daha nice deneyim sanki ard arda beni yontmak için sıraya girmişti. insanın kim olduğu, başına gelenlere verdiği tepkilerle şekilleniyor. geldiğim noktayı, meseleleri ele alış biçimimi hayattaki “başarım” olarak algılıyorum. adil olmayı hiç bırakmadım, ilk etapta olmasam bile sonradan dönüp telafi etmeyi mutlaka becerdim. vicdanım o kadar rahat ki, bu sayede her gece yastığa başımı özgürce koyabiliyorum. elimden geleni hep yaptım, beni “ben” yapanı hep gösterdim.
tüm bunlar olurken bana eşlik eden bir cümle vardı: sen yapıyorsan, vardır bir bildiğin! bu cümle bana 28 yaşında, hiç beklemediğim bir anda söylenmişti. ben bile bir bildiğim olduğunu bilmezken, birinin bu kadar emin ve net konuşması beni dönüştürmüştü. o cümleyi, söyleyen kişiyi ve hatta söylediği anı hiç unutmadım.
bu arada şimdi anlıyorum ki, varmış bir bildiğim gerçekten. ben hayatta en çok kendime inandım ve güvendim. değerlerim hep çok net oldu. ama ötekinden bunu duymak başka bir destek sağladı. “tanıklık” çok önemli bir kavram ve bence bunu yeterince düşünmüyoruz. şu anda her yerde bangır bangır, “önce” kendini sevmeden ve kendine inanmadan hiç bir şeyin olmayacağı söyleniyor. acayip uyuz oluyorum. bu kadar kesin yargılar beni kaşındırıyor. bazen birini seversin ve belki de kendini ondan sonra sevmeye başlarsın. neden böyle olamıyor mesela? ya da biri sana inanır ve sen ondan sonra kendindeki gücü keşfetmeye başlarsın. içe dönmeyi ve kendinle sağlam bir ilişkiye kurmayı hep söylüyorum ama “başlangıç” illa senden başlamak zorunda değil. kesin yargılar beni ürkütüyor, insan bu formüllerde çok çabuk şüpheye düşüp, kendini suçlamaya dönebiliyor ya da kendini yetersiz hissedebiliyor. oysa her şey çok yönlü. binbir çeşit yol var. tek bir formül yok. içe bakan elbet uyanır, ama belki de ancak ötekiyle beraber içe dönecektir. kim bilir.
insanız. ihtiyaçlarımız baki. hayatta olduğumuz sürece hep olacak. her şeyi kendimiz sağlayamayız. öyle işlemiyor sanki sistem. aynaya ihtiyacımız var. biz göremediğimizde bizi görecek, duyamadığımızda bizi duyacak birilerinin varlığına ihtiyaç duyuyoruz. dayanışma tam da bu değil mi? arkadaş olsun, aile olsun, sevgili olsun, ihtiyacımız “gerçekten” görülmek değil mi?
gerçekten gördüğüm birinin yapabileceklerine vakıf oluyorum, ya da onu gerçekten dinlediğimde söylemediklerini de duyabiliyorum. biz kimi görüyoruz gerçekten? ya da dinliyoruz? anlamaya çalışıyoruz?
gittikçe yalnızlaşan insan ordusuyuz. her şey hızlı, her şey “bas geç” kültüründe. insanı da kaydırıyoruz. elbette herkesi göremeyiz, ya da görmek istemeyebiliriz. bu çok doğal, ama birilerini de görebiliriz.
insanın ihtiyacını bastırmasını sevmiyorum. bana göre her şey “kabul”le ilerlediğinde, bir yere varabiliyor. itmek değil bilakis çekmek. keşfetmek. öğrenmek. özgürleşmek ancak bundan sonra mümkün olabiliyor.
birey olarak kısıtlıyız, gücümüz bir yere kadar. zaaflarımız var, gölgemiz var, güçlü yanlarımız var, istek ve arzularımız var. var da var.
sevilmek için şartlara ihtiyaç olduğunu ilk kim çıkardı acaba? hep tekrar eden bir oyundayız sanki. herkesle yol yürünmez, burası kesin ve de makul ama herkes sevilebilir. herkes görülebilir, herkes duyulabilir. herkes anlaşılabilir. en karanlık ruh bile. en karanlık ruh belki hiç bir zaman görülmemiş, duyulmamış ya da sevilmemiş bir kişi nihayetinde. neden olmasın?
oğlumu düşünüyorum böyle zamanlarda. ona inandığımı, kendi almış olduğum dersten dolayı o kadar çok davranışımda göstermeye çalışıyorum ki, muhtemelen kendisini bayıyorum ve içinden “yeter, anne!” diyor. ama bundan emin olsun istiyorum. ona inanıyorum. her şeyine. kendi yolunu bulacağına. gücüne. zayıflığına da. her şeyi yapamayacak, ama bir şeyler yapacak. kendince bir yol çizecek. kazanacak. kaybedecek. gene de ona inanacağım. içindeki güce.
hepimizin içinde bir güç var. canlılık ya da tanrı. bilmiyorum. ama güç orada. herkeste görebiliyorum. neye istersek ona kullanabileceğiniz bir ateş. yakıt. ulaşacaklarımızdan bağımsız.
insanda hep o gücü ortaya çıkarmak istiyorum. sana “inanıyorum” demeye çalışıyorum. kuru kuru değil. o kişiyi görerek, hikâyesini dinleyerek, onun göremediğini ona göstererek. dinleyerek, keşfederek.
hepimiz inanılmayı hak ediyoruz. öyle ya da böyle.
herkesi tanımıyorum, tanımayacağım. ama insanlığa inanıyorum. birine inanmanın tüm dünyayı değiştireceğini ta kalbimde biliyorum.
ve ben yapıyorsam, elbet bir bildiğim vardır!
—
the other day, while chatting with someone, he mentioned how much he needed someone to believe in him. we talked at length. I felt his need to connect so deeply that it was as if humanity's deep wound had been breathing with me ever since that day.
I think I started to truly learn about life after the age of 28. it’s as if I began to take and comprehend all of life’s lessons after that age. my marriage, having a child, my divorce, trying to survive on my own, my losses, and many other experiences seemed to line up one after another to shape me. who a person is shaped by their reactions to what happens to them. I perceive the point I’ve reached and the way I approach issues as my “success” in life. I never stopped being fair; even if I didn’t do it at first, I always managed to make it up later. my conscience is so at ease that I can lay my head on the pillow freely every night. I always did my best and always showed what makes me ‘me’.
throughout all this, there was a phrase that accompanied me: “if you’re doing it, there must be a reason!” this phrase was spoken to me at the age of 28, at an unexpected moment. even I didn’t know I had a reason, but someone speaking so confidently and clearly transformed me. I’ve never forgotten that phrase, the person who said it, or even the moment it was said.
now I understand that I did indeed know something. I have always believed in and trusted myself the most in life. my values have always been very clear. but hearing this from someone else provided a different kind of support. “witnessing” is a very important concept, and I think we don't think about it enough. right now, everywhere you look, people are shouting that nothing will happen unless you love and believe in yourself first. it really annoys me. such definitive judgments irritate me. sometimes you love someone, and maybe you start loving yourself afterward. why can’t it be like that, for example? or someone believes in you, and you start discovering your own strength afterward. I always talk about turning inward and building a solid relationship with yourself, but the “start” doesn’t have to begin with you. definite judgments scare me. people can quickly fall into doubt with these formulas, start blaming themselves, or feel inadequate. yet everything is multifaceted. there are various paths. there is no single formula. those who look inward will surely awaken, but perhaps only when they turn inward together with others. who knows?
we are human. our needs are constant. they will always be there as long as we are alive. we cannot provide everything for ourselves. the system doesn't seem to work that way. we need a mirror. we need others who will see us when we cannot see ourselves, who will hear us when we cannot hear ourselves. isn't that what solidarity is all about? whether it's a friend, family, or lover, isn't our need to be “truly” seen?
I understand what someone who truly sees me can do, or when I truly listen to them, I can hear what they don't say. who do we truly see? or listen to? do we try to understand?
we are an army of people growing increasingly isolated. everything is fast-paced, everything is in a “push through” culture. we are pushing people aside. of course, we can’t see everyone, or we may not want to. that’s very natural, but we can see some people.
I don’t like suppressing human needs. in my opinion, when everything progresses with “acceptance,” we can get somewhere. not pushing, but pulling. discovering. learning. only then can we become free.
as individuals, we are limited; our power only goes so far. we have weaknesses, we have shadows, we have strengths, we have desires and wishes. we have so much.
who was the first to say that conditions are necessary to be loved? it’s like we’re in a game that keeps repeating itself. you can’t walk the path with everyone, that’s certain and reasonable, but everyone can be loved. everyone can be seen, everyone can be heard. everyone can be understood. even the darkest soul. the darkest soul is perhaps someone who has never been seen, heard, or loved. why not?
I think about my son at times like this. I try so hard to show him that I believe in him, based on the lesson I’ve learned, that I probably annoy him and he’s thinking, “enough, mom!” but I want him to be sure of this. I believe in him. in everything about him. that he will find his own path. in his strength. in his weakness. in everything about him. he won’t be able to do everything, but he will do something. he will chart his own course. he will win. he will lose. still, I will believe in him. in the strength within him.
there is a strength within all of us. vitality or God. I don't know. but the strength is there. I can see it in everyone. a fire that can be used for whatever we want. fuel. independent of what we achieve.
I always want to bring out that power in people. I try to say “I believe in you.” not just empty words. by seeing that person, listening to their story, showing them what they can't see. by listening, by discovering.
we all deserve to be believed in. one way or another.
I don't know everyone, and I never will. but I believe in humanity. I know deep in my heart that believing in one person can change the whole world.
and if I'm doing it, there must be a reason!